4 Haz 2013

Taksim'de Hakkari'yi Anlamak

Gündemin bir numarası Taksim'de başlayan ve büyüyen olaylar ve olaylara bağlı olarak polise ve devlete duyulan öfke. Normalde halk için hizmet etmesi gereken kurumların zaman zaman müdahalelerinin hatta varlıklarının bile meşruluğu tartışılır hale geliyor ve son olaylarda da bunu gördük. Polisin aşırı derecede kullandığı biber gazı ve iddia edilen sert müdahaleleri yüzünden bir kesim insan, polisten ve devletten nefret eder duruma geldi. Bu gözlemimiz bir kenara bırakıp daha farklı bir konuya geçelim. Yıllardan beri doğu ile batı arasında görünmez duvarlar bulunmakta ve kardeşliğimize her zaman engel olan bu duvarlar ülke olarak bizleri olmamız gereken noktalardan çok geride tutmakta. Dış politikada karar verirken bizim göremediğimiz tavizler verilmekte ve buna doğu ile batının arasına sokulan fitnenin ürünü olan terör meselesi neden olmaktadır. Terör dışarıdan beslendiği sürece elbette bizde içimiz yana yana bir kişi daha az can verelim diye tavizler vermek zorunda kalırız. Terörün görünürdeki maliyeti dışında dolaylı yollardan tavizlerin getirdiği zararın toplam maliyetini hesaplayabilmek pek mümkün gözükmüyor. Ve bütün bunların sorumlusu 
batı-devlet-doğu arasında ki fitnedir.

Oluşan düşmanlığın en üst noktalara ulaşmasında ise maalesef kendi devletimizin yaptığı aşırı ve yanlış uygulamalardır. Terörist ile doğulu vatandaşı birbirine karıştıran bakış açıları yüzünden doğu  vatandaşları haksız muamelelerle karşılaşmış, devlet gözüyle teröristmişcesine tutuklanmış, işkenceler görmüş, hatta kimisi öldürülmüştür. Faili meçhul cinayetlerin bir çoğu, bugün ortaya çıkıyor ki devlet adına işlenmiş. Sebebi tartışılır ama ne olursa olsun yapılan muamele bizim yararımıza olmamıştır. Devlet büyüklük göstermeye çalışmış ama kimi yerlerde vatandaşlar teröristlerle devlet arasında kalmış ne yapacağını bilmeden can korkusuyla o an ki durum kendine göre neyi gerektiriyorsa onu yapmıştır. Hem teröristler hem devlet halk üzerinde egemen olmak için türlü türlü yollara başvurmuş ve bu yolda uygulamaların hiç birine meşru veya değil diye düşünerek yaklaşmamıştır. Kimini babası bu yolda can vermiş, kiminin abisi bir gün evinden alınıp götürülmüş ve bir daha gelmemiş. Devlet kendi eliyle kendine düşman kazandırmış.

Şimdi yazının başında ki gözleme gelelim. Polis halka biber gazı sıkınca ve sert müdahalede bulununca bir çoğumuz polise devlete düşman olduk. Ama hiç birimiz doğu ile ilgili meselelere bu gözle bakmadık. Bu gözle bakanlara "ne yani şimdi sen bana pkkyi mi destekliyorsun" gibi ifadelerle susturup, hain gözüyle baktık. Birileride sorunun nedenlerini tartışıp sonuçlara daha kolay gitmeyi denemedi. Hepimiz Genelkurmay Başkanı olmayı hayal edip F-16'larla doğuyu bombardıman etmeyi düşündük. Bize göre çözüm buydu. Bizden başka kimsenin mantıklı sebepleri olamazdı bize göre. Ama biber gazını soluyunca polise düşman olmak haktı. Sıra bize geldiğinde işler değişebiliyordu. Ama hiç doğuda amcası kaybolup cesedinin bile ortada olmadığı birisinin ne düşünebileceğini hayal etmeye tenezzül etmedik. Kardeşçe yaşamak için içimizden kendi kendimize fikirlerimizi tartışmak için beş-on saniye bile taviz veremedik. Ama belki bazılarımız bugün devletin nasıl düşman kazanabildiğini anlamıştır.

Bugün gerçekleri daha iyi görebiliyoruz ve görmek zorundayız. Geçmişte sebepleri olsa bile devlete düşman olanların durumuna bugün biz geçiyoruz. Ama şunu bilmeliyiz ki DEVLET HALKININ DÜŞMANI OLAMAZ. Ayrıca HALKTA DEVLETE DÜŞMAN OLMA LÜKSÜNE SAHİP DEĞİLDİR. Devletin geçmişte ve bugünde hataları olabilir. Ama bu hataları yapan devletin kendisi değil seçilmiş kişilerdir. Yanlış karşısında demokratik toplumlarda yapılacak tek şey yasalar çerçevesinde ve anarşizm ile gölgelenmeyen yaptırımlardır. Herkesin aynı anda konuşmaya çalıştığı bir sınıfta nasıl herkes konuşuyor ama kimse derdini öğretmenine anlatamıyorsa, kargaşaların hakim olduğu bir toplumda hak arayıp hakkını elde edebilmek o kadar mucizevidir. Herkese yapılan uygulama aynı olmadığı için, geçmişte yapılan yanlış uygulamaların toplumda sineye çekilebilmesi kimisi için kolay kimisi için daha zor olabilir. Fakat kardeşçe yaşamak geçmişinde pisliklerin var olduğu bir ortamda bu tarzda bedeller ödetmez zorunda kalabilir. 

Bugün polis-asker-devlet-toplum... herkes daha kardeşçe bir toplumda yaşamak için bir şansa daha sahip.

2 Haz 2013

Taksim Gezi Parkı ve Çıkarılacak Dersler

Yine çok güzel başardık en güzel yaptığımız kutuplaşma olayını ama en azından bu sefer ders çıkarmak için daha görülür ipuçları yakaladık. Ama herkes eminim ki bu dersleri çıkarıp bir sonraki adımında ona göre davranmayacaktır. Yinede biz görülür şeyleri bir gözden geçirelim.

Öncelik sebep göründüğü gibi sadece ağaçların kesilmesi gibi bir şey değildi. Yapılan eylem bir şeye veya bir şeylere TEPKİ olarak yapılmıştı. Neden durduk yere tepki göstersin ki insanlar elbette hepsinin haklı sebepleri var(şu yasa bu yasak bu uygulama diye anlatmayacağım daha genel görünür şeyleri konuşmak istiyorum). Herkes bunu hükumete bir tepki olarak gösterse ve bir çok insan öyle inansa da bence en önemli neden ülkedeki adam gibi muhalefet eksikliğidir. Birileri siyasi alanda hükumete muhaliflik görevini yapamadığı için artık insanlar bu görevi yapmak için sokağa indi. Hükumete bir dur demek istedi. Aslında demokratik toplumlarda gösteriler her ne kadar bir hak olsa da gösterilerden önce bir muhalif grubun parlamentoda hükumeti dürtmesi, hop kardeşim sen ne yapıyorsun demesi lazım. Ama bizim ülkemizde ki muhalefet her konuda mahalle kavgalarındaki söylem seviyesini aşamayacak ölçüde rastgele konuştuğu için artık doğru söylediği şeylerinde bir anlamı kalmamakta bir bakıma kendi kendini saf dışı bırakıp hükumete meydanı boş bırakmaktadır. Eğer her konuya muhalif olmaya çalışıp saçmalarsanız belli bir zaman sonra artık sizin savunduğunuz savların bir önemi kalmayacaktır, kendi aramızda konuşurken böle durumlarda biz laçka olmak deriz. Bu durumda da kontrolsüz güç haline gelen hükumetin yaptıkları hayliyle insanlara batmaya başlar bide buna üslup bilmezliği ekleyince en son durum gördüğümüz gibi olur. Hükumete karşı gözüken bu tepki özünde bu şekilde muhalefete karşıdır. Bence ilk ve en önemli sebep işte bu muhalif eksikliğinin getirdiği yeter artık durumudur.

Diğer yandan bir başka sebep uzun süredir aynı partinin iktidarlığı. Bu aynı zamanda birileri uzun zamandır iktidar olamıyor demektir. Ülkemizde maalesef böyle bir kutuplaşma oluşuyor oluşturulmaya çalışılıyor. İktidardakiler ve diğerleri. Öğrenmemiz gereken bir şeyi unutuyoruz. Ülkeye faydamız olması için iktidarda olmaya gerek yoktur, biraz önce anlattığım gibi muhalif olsanız adam gibi zaten ülkeye en büyük faydayı sağlarsınız. Ama takım tutar gibi siyasi parti taraftarı olmak zamanla bizleri bölük bölük insanlar haline çevirdi bilmem farkında mısınız. Ama zamanla da bu bölükler iki ye indi, bir tarafta hükumet diğer tarafta hükumet olmayanlar. Taksime gidenlerin çoğu giderken parti bayraklarını daha da önemlisi parti kimliklerini bırakarak gittiler ama ora ki toplanmayı besleyen fikirlerin kaynağında kim ne derse desin geçmişten gelen o partizanlık duygusu da vardır. O partizanlık duygusu iktidar olamamışlığın getirdiği iktidar olma, kendi siyasi fikrini ülkede egemen kılma isteğinin de sebebidir. Bu sebep arka planda kalan bilinçaltının başrol oynadığı sebeptir ve bu sebebi bir çok kişi inkar da edebilir.

Bu iki sebep olaylar olana kadar ki sebepler ve bunlara tabiki de özel ayrıntılı sebepler ekleyebiliriz. Peki bu kadar basit açıklaması olan ve düzgünce başlayıp düzgünce bitmesi gereken bu protesto neden bu hale geldide insanlar bir anda polis başka bir millettenmişcesine mücadeleye başladı? Öncelikli suç daha sakin olması gereken polistir. Polis derken orada biber gazını sıkana laf etmiyorum ona emir verenlerden bahsediyorum. Kişisel olarak yapılan sert müdahaleler dışında yapılan sertliğin dozajını o emri verenler bu kadar artırdı ki bu ortamı fırsat bilen fırsatçıların da meydanda hatta olayın göbeğinde oluşu bir anda ortamı savaş havasına soktu. Twitterda bizzat gördüğüm şu paylaşımlardan ben tiksindim " Şurası düştü" "Acil yardım" "Ölüyoruz" "Ele geçirdik" vs. Bir anda şaşırdım kim nereyi ele geçiriyor kim kiminle savaşıyor. Zaten tiksindiğim çok daha fazla şey vardı ama neyse şimdilik gerek yok onlara. Varsayalım ki polis hiç bir şey yapmasa orada bekleseydi ve genel güvenliği sağlayıp grubun siyasiler tarafından ikna edilmesini bekleseydi olaylar bu aşamaya gelir miydi? Polis bir şey yapmasada gruptan tahrik gelir miydi ? Oda ayrı bir sorudur ama sağduyulu polis çok şey değiştirebilirdi. Dediğim gibi çıkarılacak çok güzel dersler var ve en önemlisi bu olmalı. 

Olayların APOLİTİKliğini koruma çabası taraftarlarını bir hayli çoğalttı ve savunabilirliğini arttırdı ayrıca polisin gücü karşısında uzun süreli bir direnç kazandırdı. Halkta ezilenin yanında olarak geleneğini sürdürdü ve evlerini dükkanlarını açtı. Karşısında kendi halkı olan polis bu durumda bence çok zor durumda kaldı ne yaptığının çokta farkında olmadan müdahalesine devam etti. Etki-tepki meselesinden ötürü polis müdahale ettikçede göstericiler daha da direnç kazandı. Provakatörlerin boş durmadığını herkes gördü zaten. Karşılıklı tahrik ve sosyal medya gazının etkisiyle olaylar hiç umulmadığı şekilde çığrından çıktı. 

Politikacılar yine o sivri dillerinden taviz vermedi iktidarı-muhalefeti ortalığı daha da ayaklandırmak için sanki özel bir çaba sarfetti. Birisi bir yandan daha da gaz verdi diğeri öbür taraftan kafa tuttu. Hakkını yemeyelim bazılarının ama genel durum böyle. Ortamın bir mücadele havasında olması ve iktidarın kafa tutmasının sonucu herhalde herkesin dağılıp evine gitmesi olmayacaktı.

Toparlayacak olursak yine inatlar uğruna bir kargaşa yaşadık. Kimse taviz vermezse bu durumlarda işin içinden temiz çıkabilmek mümkün değil. En çok dersi çıkarak taraf hükumet, koruması ve bütünleşmesi gerektiği halkının bu sesine kulak vermeli ve hatasızmış gibi davranmamalıdır. Halk gücü kontrol edilemeyecek noktalara gelebildiği içinde halk olarak biz daha sağduyulu ve daha az zarar veren yöntemlerle hakkımızı savunmalıyız. 

Bu ülkenin poliside, askeride, devletide BİZİZ. Birilerinin oyununa gelip şunlar biziz kalanlar or. çocugu gibi söylemler (kendi gördüğüm bir söylemdir) ile bölünmenin temelini atmamalıdır. Bugün eylemde farklı partiden olan kişiyi yerden kaldırıp yarın eylem bitince onlara küfür edeceksek bugün yaptığımızın bir anlamı kalmaz farkında olmalıyız ! 

Herkes durup biraz olayları farklı açılardan düşünmeli. Bunu hepimiz yapmalıyız. İhtiyaç duyduğumuz şey bu gerçekten, azıcık durup düşünmek. Neden bizden olmadığını iddia ettiğimiz adamdan nefret ettiğimizi bir düşünelim. Birini görünce içimizde kabaran öfkenin sebebi nedir? Bu bölünmüşlük nereye kadar sürebilir veya biz bu bölünmüşlükle ne yapabilir? Birilerine nasihat vermeden önce bir kendimize dönüp bir adım atalım. Şunu deneyelim mesela : siyasi görüşünden dolayı sevmediğimiz bir adamı sevmeyi ya en azından onu sınıfımızda hani olur ya çok muhatap olmayız ama nefrette etmeyiz o sınıf arkadaşımız gibi görmeye çalışalım. Eğer birileri değişmeye başlarsa toplumda değişir. Zaten toplumlardaki değişim bir anda olmaz olamaz. Biz önce kendimizden başlayıp önce toplumu sonra dünyayı değiştirebiliriz. Ama kendimizi bile değiştiremiyorsak iktidarı değiştirmek için uğraşmak gayet lüzumsuz bir harekettir. Tek yapabileceğimiz sadece, kime dönemin başbakanı diyeceğiz, o olur

31 May 2013

Açlık, Adalet ve Tanrı


Kim demiş bilmiyorum ama dünyadaki şu an bulunduğumuz durumu en güzel açıklayan sözlerden birisini söylemiş :" Dünyadaki açlık ve sefaletin sebebi yoksulları doyuramamak değil, zenginleri doyuramamaktır."

Dünyada yılda sadece açlık ve yetersiz beslenmeden ölen insan sayısı ortalama 10 milyon ve açlıkla yaşamak zorunda kalanların sayısı ise 1 milyara dayandı. dünyada herkese yetecek kadar yiyecek olmadığı için mi böyle peki? Tabikide hayır! Diğerleri haddinden fazla yediği için durum böyle (kendimi ayrı tutmuyorum bunlardan). Dünyada israf edilen yiyeceklerle aç insanların bilmem kaç katı doyar gibi sayısal veriler mevcut her yerde. Herkes şunu biliyor ki zengin paylaşmasını bilse dünyada ne aç ne yoksul kalır.

Bizim sormamız gereken şey neden paylaşamıyoruz sorusudur.Aynı atanın çocukları biz insanlar neden birbirimizle didişmeyi tercih ediyoruz her seferinde. Bir araştırmaya göre insanlar zengin olduklarında değil, etrafından daha zengin olduklarında mutlu oluyorlarmış. Bu araştırma bize bir kaç ipucu sunuyor sanki ha ? Benim görüşüm o araştırma genel insan profilini tanımlıyor ama aralarında zengin olup da paylaşabilen ve mutluluğu paylaşmakta bulabilen insanlar vardır elbette. Araştırmadaki profile dönecek olursak hırs, açgözlülük , bencillik, kendini büyük görme ve gördürme vs. hangi sebeple olursa olsun paylaşamıyoruz demek ki. Paylaştıkça bitecek zannediyoruz. Hani var ya o taptığımız para , mal mülk işte onlar biterse ne yaparız diyoruz kendi kendimize. O kadar çalıştık çabaladık bizim oldular ya geri giderlerse diye düşünüp duruyoruz.  Ya da kinliyizdir, eski bir hesabımız vardır insanlarla onlara gününü göstermek istiyoruzdur. Olur öyle küçüklüğünden hatırladığın bir iki kare seni düşman edebilir hayata insanlara dünyaya...

Peki korktuğumuz kadar kötü müdür paylaşmak? İnsanlara hala kin duyuyorsan senin kin duyduğun o insanlardan ne farkın kalır? Gücünü mü göstermek istiyorsun? Emin ol merhamet her zaman zülumdan daha güçlüdür.  Çok çok zengin birisi olsanız o paranın ne kadarını harcayabilirsiniz ki ihtiyaç olarak? Dünyadaki en zengin 50-100 kişi tüm yoksulluğu ve açlığı bitirebilmek için gerekli maddi güce sahip. İhtiyaç dediğimiz şey bu kadar edemez sanırım. Ama dünyanın en zengin adamına gidip sorsak hala hedefinde biraz daha hatta ne birazı çok daha zengin olmak vardır. Bunu size diliyle tasdik edemez belki ama hala bir yerlere yatırım yapıyor olmasının başka sebebi olabilir mi? Ya da bankalarda orda burda milyar dolarlarını saklıyor tutuyor olması da çok mantıklı olmaz başka bir amaç için.

Başka bir açıya çevirelim bakışlarımızı. Diyelim ki sizin milyar dolarlarınız var ve dünyada günde 1 dolardan daha az parayla geçinmeye çalışan insanlar onu bırakın dünyada aç olduğu için ölen ve bir çoğu daha 5 yaşını doldurmamış bebek olan insanlar var. Eğer siz müslümansanız Allah size soracaktır o milyar dolarların hesabını, eğer hristiyanım diyorsanız İsa'nın inananına yakışanı yapmıyorsunuz demektir, eğer yahudiyseniz Tevrat sizin için bir şey ifade etmiyor demektir. Ateist olsanız, peynire tapsanız insan olarak vicdanınız çürümüş bir leşten farksız demektir.

Bu yazıyı milyar doları olan bir adamın okuma ihtimalini ben çok görmüyorum. Bu söylediklerim önce bana sonra sana ve başkalarına söylediğim şeyler. Dünya da ADALET yok deyip hep suçu TANRI'ya atıyorsan yediğin yemeğin artığını çöpe atarken bir kez daha düşün.  Adalet istiyorsan Tanrı'dan beklemek yerine sen bir şeyler yap. Bana göre dünya da hiç bir zaman adalet olmayacak sadece adalet için uğraşanlar ve onların uğraştıkları olacak.

İnancı olan olmayan herkesin tek bir ihtiyacı vardır : ADALET. Adaletin olduğu yerde ne kapitalizm ne emperyalizm ne de benzeri bir şey birine birilerine zarar veremez. Adalete olmasa da ona yakın bir yerlere ulaşmaya çalışmak için milyar dolarlara ihtiyacın yok. Eğer milyar dolara ihtiyaç var diyorsan da bugünden itibaren adalet için milyon dolarlar milyar dolarlar kazanmak için bir adım at. Öğretmen isen öğrencine, müdürsen çalışanına karşı adil olmaya çalışmıyorsan boşuna kapitalizm illetini yargılama(yargılamayalım).

Adaletin sırrı yarın etrafındaki birinin gözüne bakarken ona hissettireceğin duyguda gizlidir, yani adalet ve adaletsizlik o kadar içimizdedir.